Şu an okuduğunuz yazı:
ŞAHSİYET TERBİYESİ VE GAZALİ

ŞAHSİYET TERBİYESİ VE GAZALİ

Yazar: Dr. Hasan Mahmud Çamdibi

Yayınevi: Han Neşriyat, Gümüş Basımevi, İstanbul 1983

Kitap üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde ŞAHSİYET PSİKOLOJİSİ (Kavramlar – Psikolojik mekenizmanın yapısı ve işleyişi – Şahsiyet Teorileri); ikinci bölümde, GAZALİ’de ŞAHSİYET (İslam düşünürlerinin yaklaşımları – Kavramlar – Gazali’nin şahsiyet anlayışı); üçüncü bölümde GAZALİ’DE ŞAHSİYET TERBİYESİ (Terbiye İmkanı – Terbiye Yöntemleri – Şahsiyetin değerlendirilmesi – Sonuç) ele alınmaktadır.
Kitap, yapı itibariyle batının önde gelen ruhbilimcilerinin konuya yaklaşımlarının tanıtılması ve bu yaklaşımlarla Gazali’nin anlayışının mukayesesi (Önemli ölçüde uygunluğunun ortaya konulması) esasına dayanan bir düzenlemeye sahiptir. Bu amacın sistematik olarak ortaya konulmasının, çok sağlıklı olmasa da, okuyucuların bu son derece önemli konuya dikkatlerinin çekilmesi ve temel kavramların tanınması bakımından yararlı olduğunu düşünüyorum.
Eserin bölümler itibariyle temel mesajları aşağıda özetlenmeye çalışılmıştır.

BİRİNCİ BÖLÜM

ŞAHSİYET PSİKOLOJİSİ

A) Şahsiyet Psikolojisi

1- Şahsiyete Yaklaşım

Şahsiyet kelimesi, batı dillerinde karşılığı Latince “per sonare” (içinden akseden) kelimesinden türemiştir (personality).
Psikologlar gerek şahsiyetin tarifinde gerekse şahsiyete yaklaşımda değişik metodlar ve yollar takip etmektedirler.

B) Şahsiyet – Mizaç – Karakter

1- Kavramlar

Şahsiyet değişmeye karşı dirençli olan alışkanlıklar sistemi olarak tanımlanmaktadır (Gutrie).
Her şahsiyet mutlaka bir kültür içinde ve o kültürden birşeyler alarak oluşur. Ayrıca davranışı belirleyen faktörler arasında şahsın geçmişteki tecrübelerinden edindikleri de önemli bir rol oynar. Bu yönüyle davranış doğuştan gelme bir takım elementlerine rağmen öğrenilmiş ve kazanılmış bir reaksiyondur.
Mizaç daha genel bir kavramdır ve bihassa uzviyetin istidatlarından doğrudan doğruya gelen özellikler için kullanılmaktadır (Gevşeklik, rahata düşkünlük; hareketlilik, mücadelecilik; içe dönüklük, çekingenlik…gibi)
Yunanca “alamet” manasına gelen bir kökten gelen “karakter” kelimesi ise ferdin ahlaki davranışlarının yönünü ve tutarlılığını ifade etmek üzere kullanılmaktadır.
Bu manada mükemmel bir karakter aynı zamanda ahlaki bir ideali de ifade etmektedir. Karakterin şekil alması, iradeye daimi olarak istikamet veren prensiplerin doğruluğuna ve tutarlılığına bağlıdır.
Herbart’a göre karakter, insanın dış alemle münasebetlerinde sabit ve istikrarlı halidir. Hiçbir karakter kendi kendine teminatlı değildir. İradenin davranışlara esas teşkil eden prensiplere (maksimler) sükunetle refakat etmesi hiçbir zaman eksik olmamalıdır. Zira, sadece kendi nefsimize hakim olma alışkanlığımız apansız baskın yapan heyecanlara ve yavaş yavaş büyüyen temayüllerin hileli yaklaşımlarına karşı koymaya kifayet etmez.
Ferdin (içinden başka isteklerle dolu olduğu halde yapmacık ve zorlama davranışlarla), benzer olaylar karşısında değişik tavırlar göstermesi bu anlamda karaktersizlik olarak kabul edilir.
Ahlak eğitiminin gayesi, herşeyden önce kişide bu iç ve dış tutarlılığın (karakterin) teşkilini temin etmektir. Karakter sahibi olmak demek, iradesini teksif edebilmek, takip olunan gayeden haberdar olmak, kişisel bütünlük halini (düşünce ve davranışlarda çelişkisiz; birlik ve ahenk) muhafaza edebilmek demektir.

2- Karakterin Değişmesi

Ferdin kişisel çabası ile karakterinin değişikliğe uğraması anlaşılması güç bir fikir olarak görünür. Çünkü çaba aynı zamanda hem “neden” hem de “sonuç”tur. Çaba ,değiştirilen karakterden gelmektedir. İnsanın kendi kendisinden haberdar oluşunun, eğilimleri ile savaşmasına ve arzu edilmeyen eğilimlerin yönlendirilmesinden kurtulmasına yol açtığı, sistemin saklı kuvvetlerini harekete geçirdiği muhakkaktır.Diğer taraftan, davranışlar da (aksiyon) dış çevrenin saklı güçlerini harekete geçirerek bu değişikliği kolaylaştırıcı bir ortam sağlamaktadır.
Böylece karakterin değişmesi bir taraftan farkına varılan temayüllerle savaşma şeklinde iradi bir değiştirme faaliyeti olarak başlamakta, nefis bu değişikliği sağlayıcı duruma hazırlanmakta, daha sonra, arzu edilen davranışların yarattığı etkilerle, bu ruhi durum istikrar kazanmakta, yeni temayüller teşekkül etmektedir.

C) Karakter Eğitimi

Karakter terbiyesi bakımından “Hür İrade” kavramı önemlidir. Zira iç ve dış zaruretlerin, baskıların ve alışkanlıkların eseri olan davranışlar için “karakter” terimi kullanılamaz. Ancak, ruha yerleşen prensiplerin ahlaki hürriyet içinde ortaya çıkardığı yapıya “ahlaki karakter” denilebilir.
Hürriyet iki şekilde anlaşılmaktadır:
1. Yaşantı hürriyeti
2. Manevi – ahlaki hürriyet

1. Yaşantı Hürriyeti: Duyuların verdiği hazza uyarak, ferdin kendi ilgilerine göre yaşamasıdır ki, bunu gerçek bir hürriyet olarak telakki etmek mümkün değildir.
Başlangıçta, çocukta kendiliğinden oluşan yaşantı hürriyeti, ebeveyn ve cemiyetin engelleri ile karşılaşır. Önceleri bu engelleme gerginliklere ve çatışmalara yol açar. Ancak uygun bir karakter terbiyesiyleçocuk kurallara uymayı öğrenir. Ahlaki hürriyet, insanın, bu mecburiyeti kabulü sayesinde meydana gelir.

a) Baskı Ahlakı

Karakter terbiyesinde prensiplerin ve iradenin rolü esastır. İradenin çekirdeği olan itaat ise başlangıçta müeyyide ile sağlanır.
Henüz kavram teşkili safhasına ulaşmadığı dönemlerde, hareketinin kötü olduğunun anlatılması için tek yol çocuğun hareketlerine hakim olan haz ve elem duygularına yapılacak tesirlerdir. Çocuk ahlaki kuralın manasını anlamaz. Çocuğun kurala uyması yetişkinin sevgi ve ilgisinden mahrum kalma veya korku sebebiyledir. Çocuktan yetişkine giden tek taraflı saygıya dayanan bu ahlaki yapıya “ Baskı Ahlakı” denilebilir.
Disiplin, sert vasıtalardan, bedeni cezalardan ziyade, otorite ve sevgi ile güven altına alınmalıdır. Bedeni cezalar insanı kabalaştırır ve şerefinden yoksun bırakır. En iyi cezalar, kabahatli çocuğa karşılıklı ilişkileri hissettiren cezalardır. Kabahatle ceza arasında mahiyet ve nisbet alakası olmalıdır. Dikkat edilecek husus, sağlanan itaatin yavaş yavaş çocuğun kendi düşünce sistemine nakledilmesidir. Bu suretle çocuk kendi kendine emir verme alışkanlığı kazanacaktır. Zira ahlaklı insan kendi kendine emir vermeyi bilen insandır.
Herbart’a göre iyi ayarlanmış disiplin, çocuğu eğitim ve öğretime ehil hale getirir.

b) Otonomi Ahlakı

Ahlak kurallarının mahiyetini anlama olgunluğuna gelince ve uygun bir terbiye almışsa çocuk, kuralı vicdanın verdiği bir karar şeklinde kabul etmeye başlar. Böylece kural, çocuğu dıştan etkileyen emirler olmaktan çıkarak, içten gelen emirler haline dönüşür.
J. Piaget, otonominin esasının karşılıklı saygı olduğunu ileri sürer. Çocuk kendisini yetişkinle eşit planda hissettiği; yetişkin, çocuğun varlığına saygı beslediği zaman, insan ilişkileri “ karşılıklılığa” dayanmaktadır. Böylece karşılıklı saygı otonominin amili olmaktadır. Bu bakımdan çocuğun varlığına ve kimliğine saygı göstermek ve çocuğun kendi kendine saygısını kazandırmak gerekir. İnsan nefsine beslediği saygı sayesinde ıslah edilebilir.
İnsan gerçek ve ahlaki hürriyete, ahlak kurallarınıi vicdanının verdiği emirler olarak algıladığı zaman kavuşur. Herhangi bir durum karşısında, kendi iradesiyle ahlaki ilkelere uygun olarak karar verebildiği zaman, kişi otonom hale gelmiş demektir.
Bu noktada kişi fazileti, onun arkasındaki bir gaye için değil bizzat, fazilet olduğu için istemektedir. Diğer ifadeyle fazilet isteği kişiliğin kemalinin işaretidir.

c) Ahlaki Hürriyet ve İrade Hürriyeti

Ahlaki kimlik, ki bir şahsiyetin temelini teşkil eder, “hareketlerin sorumluluğu” esasına dayanır. Halbuki ilkel insan, ahlak kaidelerini ihlal ettiği zaman kendini başkalarına karşı sorumlu görür. Onda vicdan, kendisine karşı bir sorumluluk duygusuna sahip değildir.
İnsanın kendi kendini sorumlu kabul edebilmesi “ahlaki şahsiyetin tamlığı” demektir. Bu bakımdan ahlaki şahsiyetin gelişmesine “sorumluluk duygusunun gelişmesi” gözü ile bakmak daha doğrudur. Kişi kendini topluma karşı sorumlu hissettiği zaman ahlakta “vazife” birinci plana çıkar. Kendine karşı sorumlu olduğu bilincine ulaştığında ahlakın ön planında hürriyet yer alır.

2- Karakter Eğitimi

Karakter terimi, insanın ahlaki ve iradi davranışları için kullanılmaktadır. Karakterin gelişimi, insanın ahlaki gelişiminin içindedir. Karakter eğitiminin gayesi kişide ahlaki davranışların yerleşik hale getirilmesidir.
Kerschensteiner, manevi karkater istidadını dört temel unsura bağlıyor:
a) İrade Kuvveti
b) Muhakeme Açıklığı
c) İnce Duygululuk
d) İç Alemin ve Ruhun Derinden Tahrik Edilmesi
Hareketlerin ahengini ve bütünlüğünü, bozulma tehlikesine sokan, süfli iç güdülerle, temayül ve ihtiraslarla mücadelede terbiye, bu dört unsuru müttefik olarak yanında bulundurur. Bütün bu melekeler hep toplum kaynaklı ma’şeri (ortak) ürünlerdir.

a)İrade

İrade, insanın (bireysel gayeler dışında teşekkül etmiş olan) herhangi bir sosyal gruba mensup oluşu sayesinde kendi uzvi tabiatını zorlama ve yüksek emirlere uygun hale getirme kuvvetidir. Diğer bir ifadeyle irade toplum hayatının eseridir.
Bir kimse bir hareket prensibine bağlanır ve her ayrı hareket prensibini diğerleriyle karşılaştırmadan bağlandığı bir tek prensip üzerinde körü körüne ısrar ederse o zaman bir ahlaki karakterden değil dikkafalılıktan (inatçılık) söz edilir. Dikkafalı, ahlaki prensipleri kendi isteğine göre ayarlar, prensibe bağlılık görüntüsü altında nefsi arzularına bağlıdır.
Bir irade fiilinde başlıca dört vasıf görülür. Bunlar; kararlardan önce, iradenin istiklali ve karar verme kabiliyeti; karardan sonra, muhakeme ile verilmiş olan karara güven duymak ve her türlü engele karşı mukavemet etmektir.

b- Muhakeme Açıklığı

Karakter terbiyesinin ikinci şartı, muhakeme açıklığı veya mantıklı düşünebilme kabiliyetidir. Mantıklı düşünme yeteneği sınırlı insan, alışkanlıkları dışında tutarlı hareketlerde bulunamaz.
Eğer insan, verdiği karar veya hükmün neticelerini belirli prensipler çerçevesinde tetkik süzgecinden geçirme alışkanlığına sahipse onun fikren terbiye gördüğü kabul edilir.
Karar veya hükümleri itinalı şekilde eleştiri süzgecinden geçirme alışkanlığı tek başına yeterli değildir. Aynı zamanda insanın, acelecilikten, ihtiraslardan, bencillikten, batıl inanışlardan veya bir parti veya zümreye mensup olmaktan ileri gelen ve dimağı saran şartlanmaların esaretinden kurtulması lazımdır.
Öte yandan ahlaki kavramların ve harekete esas olan prensiplerin (maksimler) sistematik olarak bilinmelerine de ihtiyaç vardır.
Karakter terbiyesine önem verenlerin en mühim vazifelerinden biri böyle bir ahlaki sistemi ortaya koymalarıdır.

c- İnce Duygululuk

Kerschensteiner, ince duygunun, insan münasebetlerinde ruhun kolaylıkla ve her duruma uygun tarzda etki ve heyecana kapılabilme kabiliyeti olduğunu ifade ediyor.
Toplumsal anlayış ve uyum, hem empatik bir kabiliyetin, hem de süratli tasavvur ve muhakemenin bir sonucudur. Her halde bu uyum ve anlayışın gelişmesi kişilerin toplumsal ilişkilerde erken faaliyetlerde bulunması ile mümkündür.

d- Derinden Duyma ve Kavrama (Cezbe)

Derinden duyma, ruhun kendinden geçecek şekilde derinden tesir altında kalmasıdır. Etkilenmenin sadece derinden olması kafi değildir; devamlı olması da lazımdır.
Bir meseleye kendini kaptırma derecesinin, karakter eğitimini kabul etme bakımından önemli bir etken olduğu şüphesizdir. Bu kabiliyet irade kuvvetinin düşünce kabiliyetinin ve ince duygunun temelini teşkil eder. Bu husuta insanlar arasında pek çok fark vardır. Öyle ruhlar vardır ki çabuk parlar, çabuk söner. Buna karşılık zor ateş alan fakat kalplerindeki hararet uzun süre çoğalarak devam eden ruhlar da vardır.
Derinden duyma kabiliyeti iradeye canlılık ve süreklilik sağlar.
Eğer bir çevrede bu dört unsura uygun gelecek davranış ve faaliyetler yeter derecede mevcutsa ve ruhi istidatlar da bunları benimsemeye elverişli olursa o zaman karakterin ahlaki olgunlaşması özel eğitimi gerektirmeden kolaylıkla tamamlanabilir.

II Davranışın Analizi

A) Ruhi Bütünlük

İnsanın ruhi hayatı bütünlük içinde cereyan etmektedir. Şuurlu veya şuursuz (bilinç dışı) her ruh olgusu daima bir sentezin sonucudur. W. Dilthey, “Ruhi olayları parça parça araştıran ve açıklayan ve bunlardan tam bir sonuç çıkarmaya çalışan psikolojinin ilmi kıymeti çok azdır.” diyor.

B) Davranışın Motivasyonu

Motivasyonun kelime anlamı, harekete geçirmek, faaliyete sevk etmek demektir. Faaliyete sevk eden şeye de “motiv” denir.
Kişiliği anlamak için kişinin sadece davranışlarına bakmak yeterli değildir. Aynı zamanda onun etkisi altında bulunduğu saiklerin (motiv) bilinmesine ihtiyaç vardır.

1- Fizyolojik Güdüler (Motivler)

Hem hayvanda hem insanda bir takım fizyolojik ihtiyaçlar vardır ve hayatın devamı, bunların tatmin edilmesine bağlıdır.
Canlı varlık, canlılık niteliğini kazandığı andan ölüme kadar dış dünya ile mücadele içindedir. Durmadan değişen çevre şartları karşısında kendi iç düzenini, dengesini( biyolojik ve psişik anlamda) sabit tutmak zorundadır. Dış etkenlere karşı bir cevap olarak ortaya çıkan bütün davranışların varmak istedikleri hedef işte bu denge durumudur. Aşağı seviyeli canlılarda bu cevaplar otomatiktir ve değişkenlik göstermezler aynı cins uyaran hep aynı şekilde cevaba sebep olur. Yükses seviyeli canlılarda , çevreden gelen uyaranlar, eskiden alınmış bilgilerle karşılaştırılır ve içinde bulunulan duruma en uygun cevap elde edilir. İki ayrı insanın aynı durum karşısında gösterdikleri davranışın aynı olmamasının sebebi geçmişte edindikleri tecrübelerin aynı olmamasıdır.

2- Sonradan Kazanılan Motivler

Fizyolojik güdüler doğuştandır ve küllidir. Sonradan kazanılmış güdüler fizyolojik ihtiyaçlara dayansın dayanmasın, çoğunun menşei açıkça sosyaldir. Diğer bir ifade ile bunlar başka insanların davranışlarına bağlıdır.
Ferdin birbirinden farklı bir çok faaliyetlerinde müşterek bir nokta bulunduğu; bunun bazen kendini göstermek, bazen bağımsızlık, bazen maddi-manevi güç unsurlarına ulaşmak şeklinde ortaya çıktığı görülür. İlk çocukluk yıllarındaki engellenmeler, yetersizlikler, hayal kırıklıkları, güçlü bir hakim olma isteği doğurur. Farklı davranışların altındaki değişik görünümdeki güdüler temelde bu hakimiyet arzusunun türevleridir.

3- Emel (Aspiration) Seviyeleri

Hayat gayelerini seçerken ve bunları gerçekleştirmek için uğraşırken, insanların iddialarında farklı seviyeler bulunur. Başarısızlık bu seviyeyi düşürür. Başarı ise yükseltir. Umumiyetle iddia seviyesi ile elde edilen başarı seviyesi birbirine oldukça yakındır. Amaçlanan iddiaya erişmeye muvaffak olamayınca bu seviyeyi indirmek temayülü, muvaffak olunca seviyeyi yükseltmek temayülüne nazaran daha zayıftır.

4- Fonksiyonel Otonomi (Muhtariyet)

Bir veya birkaç motivin tesiriyle ortaya çıkan davranışlar, bu motivler etki etmez olduktan sonra da devam edebilir. Bizzat alışkanlıklar da motiv (güdü) halini alırlar. Bu olguya “fonksiyonel otonomi” denmektedir.

5- Alışkanlığın Kuvveti

Alışkanlık kuvveti, bir motivi hususi bir şekilde tatminde sebat etmekten doğar. Güdülerimizi tatmin için yeni yollara başvurmaktansa, alışmış olduğumuz tarzda tatmin etmeye bizi adeta mecbur eder. İnsanda değişmeye karşı büyük bir direnç vardır.
Alışkanlığın başlıca üç kanunu vardır:

a) Alışkanlık hassasiyeti (duyarlılığı) köreltir.
b) Alışkanlık, hareketlerin koordinasyonunu ve icralarını daha uyumlu ve süratli kılarak, hareketi kolaylaştırır.
c) Öğrenmelerde fikirlerarası bağlanmaları kolaylaştırır. Bu hali ile zeka ve iradenin yardımcısı olur.

6- Meleke (Yeti) Kazanma

Alışkanlıklarda fert, içten ve çevreden gelen çeşitli harekete geçirici etkenlerin tesiriyle, müsbet veya menfi fiilleri tekrar ederek o fiillere alışmaktadır. Melekenin kazanılmasında ise alışılması istenilen fiil dikkatle seçilmekte ve alışmak için iradi bir çaba sarf edilmektedir. Meleke kazanma, toplum hayatının sosyal ve teknik bütün alanlarında önemli bir unsurdur.

7- Gayri Şuuri Motivasyon

Psikolojik sahadaki istikrarsızlıklar, gerginlikler meydana getirir. Endişe, huzursuzluk, tatminsizlik hallerinin temelinde gerginlikler vardır. Gerginlikler sırf pasif durumlardan ibaret değildir. Yeniden intibaka götürücü kuvvetler için bir potansiyel temin ederek, aktif sonuçlar yaratabilirler. Bu durumda davranışların temelinde “gerginlikler” motiv rolünü oynamaktadır.
Belirli bir hedefe ulaşan kişi, o sahada dengeye kavuşmakla birlikte, yeni durumda yeni hedefler ve bunlara bağlı yeni istikrarsızlıklar ve gerginliklerle karşı karşıya kalacaktır.
Gerginliklerin tesiri kişi tarafından tanınabilir veya ondan gizli kalabilir. Bu ikinci halde “gayri şuuri motivasyon”dan bahsedilir. Freud’a göre ferdin motivasyonel hayatının büyük bir kısmı gayri şuuridir. Şahıs, kendi motivlerinin farkına varsın veya varmasın, bu motivler kendi dinamik tarzlarında onun davranışlarını yönetmeye devam eder.

8- Bozulma ve Çatışma

İhtiyaç ve isteklerin tatmininde, bertaraf edilmesi güç veya imkansız olan engellerin ortaya çıkması, “bozulma” (frustration) meydana getirir. Organizma bu engelin karşısında gerginlik ve sıkıntıya düşer; bunların somucunda ise çatışma hali ortaya çıkar.
Freud’a göre ego, biri dış alemden gelen (reel), ikincisi id’den ve üçüncüsü süperego’dan gelen baskı ve zorlamaların etkisi altında sıkışıp bunalır. Bu çatışmaların sonucunda savunma mekanizmalarının himayesine sığınır.
Önemli birçok bozulmalarla karşılaşıp da zorluğun altında çökmeden, uygunsuz tepki tarzları kullanmaya tevessül etmeden tahmmül edebilme kabiliyetine “bozulma müsamahası” denir. Bozulma müsamahası az olan insanlar saldırganlıklara ve zulümlere yönelirler.
Çatışmaları ve bozulmaları, hedeflere doğru devamlı surette ilerlemeyi saptırmayacak şekilde ele alabilmek için, ferdi şahsiyetin sağlam bir bütünlüğe kavuşmuş olması gerekir.

III Savunma Mekanizmaları

Bozulma karşısında gerçekçi tepki gösterebilmek oldukça zordur. Çatışma ve bozulmaları doğrudan halledemeyen insanlar, çoğunlukla dolaylı tepkilere veya kaçamaklara başvururlar. Bunlara “savunma (telafi) mekanizmaları” denir. Bunlar insanın kendisine karşı itibarını koruyucu bir fonksiyon ifa ederler. Ruhi Şahsiyet de tıpkı beden gibi kendini çeşitli sıkıntı ve zarar verici etkilerden koruma gayreti içindedir. Devamlı baskı altında kalan şahsiyet, ızdırap veren şeyi unutur, örter, şekil ve mahiyetini değiştirir; hatta tanınmayacak hale getirip sembollerle ifade etme yolunu tutar. Bütün bu mekanizmalar şuur dışı olarak işler.
Sık sık bu mekanizmalara başvuran insan, gerçeklerle bağını koparır. Bu mekanizmalar kişiyi, problemlerini çözecek daha etkili mekanizmaları temin ve uygulama bakımından acze düşürecek kadar kuvvetlenebilir.

IV Şahsiyet Teorileri

A) Genel Olarak Teorilerin Özellikleri

Şahsiyet meselesi psikolojide her yönüyle merkez kabul edilmektedir. Şahsiyet teorileri, şahsiyet yapısını sistemli şekilde açıklamaya çalışan görüşlerdir.

B) Şahsiyet Teorileri

1- Sigmund Freud ( Dinamik Teori)

Psikanalizin kurucusu Sigmun Freud, insanı dinamik bir sistem olarak ele almıştır. Freud’a göre zihin hayatı bir buz dağına benzer, onun küçük bir kısmı şuur düzeyinde, asıl kısmı ise şuur altındadır. Bu geniş tabakada doğuştan gelen insiyaklar, dürtüler, şehvetler, bastırılmış duygu ve düşünceler bulunur ve bunlar bilinç alanını kontrol eden, görülmeyen bir güç meydana getirirler.
Freud, şahsiyetin üç tabakadan meydana geldiğini iddia etmiştir:İd, Ego ve Süperego.

İd: İçgüdüleri ihtiva eden, psikolojik enerjinin deposudur. İd, haz arar; acı ve ızdıraptan kaçar.
Ego: Bilgi ve zihni kontrol eder. Organizma ile dış çevre arasında aracıdır.
Süperego: Şahsiyetin ahlaki dalıdır. Çocukluk çağının 3-5 yaşlarında teşekkül eder.

Bu üç kuvvet psişik enerjiyi kullanırlar. Bunlardan hangisi daha kuvvetli ise enerjiyi o alır ve şahsiyet de buna göre şekillenir.

2- Carl Gustav Jung (Analitik Psikoloji)

Jung’un şahsiyet teorisi bazı hususlarda Freud’un Şahsiyet teorisinden ayrılır. Jung’a göre şahsiyeti, yalnız kişisel değil, aynı zamanda evrensel bir vakıadır.

Şahsiyet Sistemi

a) Ego: Şuurlu zihin tabakası, şuurlu idrakler,hatıralar ve hislerden oluşur.
b) Şahsi Şuuraltı: Egoya en yakın olan şuuraltı tabakasıdır. Önceden şuurlu olduğu halde bastırılımış, unutulmuş, çok zayıf olduğu için şuurda yer etmemiş yaşantılardan meydana gelir.
c) Kompleksler: Şahsi şuuraltında bulunan düşünce, duygu, idrak ve hatıraralardan organize olmuş kısımdır.
d) Kollektif Şuuraltı: (Jung’un şahsiyet teorisinin orijinal tarafı budur.) İnsanda kendisini aşan bir şuuraltı vardır. Fert kendi ırkının ve insanlık geçmişinim izlerini taşır. Kollektif şuuraltı, şahsiyetin temelini teşlkil eder.

Şahsiyeti meydana getiren enerjiye Jung “libido” diyor. Psişeden dağılan enerjinin yeniden dağıtılması şahsiyetin dinamiklerini meydana getirmektedir. Psişik enerjide çok olan yerden az olan yere nakledilerek denge kurulur.
Hayat enerjisinin iki esas kuralı ilerleme ve gerilemedir. Şahsiyet, gelişmesi esnasında ya ilerler veya geriler. Sistem içinde zıt kuvvetler dengede olduğu zaman, enerji şuurlu tabakaya doğru akar. Bu akış ilerleme sürecini meydana getirir. İlerleme sürecinde de kişi, haz duyguları içindedir. İlerleme bir engelle karşılaşırsa enerji iç dünyaya yönelir, kişinin dış dünyayla ilişkisi zayıflar. Bu, gerileme sürecidir.

3- Alfred Adler (Ferdi Psikoloji)

Adler’e göre davranışın altında yatan temel saikler:

a) Gaye
b) Aşağılık Duygusunun Telafisi
c) Mükemmelleşme Arzusu

Bu üç saik de temelde çocuklıuğun ilk yıllarında yetersizlik ve güvensizlik duygularından kaynaklanır. Aşağılık duygularının etkisiyle çocuk, üstünlük ve güven duyma imkanını sağlayacak ve hayatı yaşanmaya değer hale getirecek bir amaç seçmeye yönelir.
Aşağılık duygusuna saplanıp kalma hali komplekslerin oluşmasına yol açan menfi bir durumdur. Buna mukabil çocuk yetersizliğini aşma gayreti içinde olursa, aşağılık duygusunun zararsız hale gelmesi mümkün olur. Ancak telafide aşırılığa kaçış, güçlülük ve üstünlük eğilimlerinde ileri gitme yeni ve farklı bir marazi durum meydana getirip, kişiyi çevresiyle sürekli bir mücadele içerisine sokabilir. Bu ise, kin, ihtiras, kıskançlık, cimrilik, kibir, her ne pahasına olursa olsun başkalarını geçme, başkalarını ezme arzusu gibi olumsuzlukları da beraberinde getirir.
Adler’e göre her insanda üstünlük amacı vardır. Gaye tek olmasına rağmen buna ulaşma yolları kişilere göre farklılık gösterir. İşte kişinin benimsediği bu yola “hayat tarzı” denilmektedir.
Öte yandan, insan sosyal bir varlıktır ve doğuştan gelen kabiliyetleriyle toplumsal bir ilgiye de sahiptir. Toplumsal ilgiyle, bencil ilgi arasındaki nisbet şahsiyetin temelini teşkil eder. Kişi toplumsal değerlere bağlandığı ölçüde hayatını yükseltmiş, ideal bir şahsiyete kavuşmuş olur. Fert, saadeti, üyesi olduğu cemiyetin saadetinde bilmelidir.
Adler’e göre hayatta en mühim nokta fertle toplumun münasebetleridir. Asıl ruhi hayat denilen şey de, bunun özüdür.

4- Erich Fromm

Fromm’a göre insanın anlaşılması, onun varlığının temel şartlarından gelen ihtiyaçlarının anlaşılması ile olur. İnsan bir hayvan olarak fizyolojik ihtiyaçlara; bir de insan olarak ( kendinin farkında olmaya, mantığa, hayal gücüne dayanan) bağlanma, kendini aşma, köklere sahip olma, yöneltici bir çevreye sahip olma ve özdeşlik ihtiyaçlarına sahiptir.
İnsan mantık ve hayal gücü sayesinde tabiatla olan insiyaki bağların yerine kendi bağlarını meydana getirmek zorundadır. Bu bağların en tatmin edici olanı, üretici sevgi üzerine kurulmuş olanlardır.
Üretici sevgi, diğerlerini düşünme, onlara karşı sorumluluk duyma, saygı ve anlayışa delalet eder. Sevgi, özgürlük içinde gerçekleşebilecek bir eylemdir; sevgi bir etkinliktir; sevgi bir şeye kapılmak değildir; sevgi vermektir, almak değil…
Kendini aşma (kendini gerçekleştirme) ihtiyacı, insanın hayvani tabiatını aşmaya, yaratık olarak kalma yerine yaratıcı bir şahıs olma seviyesine ulaşmaya olan yönelimini gösterir. İnsanın yapıcı üretici yönü geliştirilemezse, insan mutlaka yıkıcı olur.
Köklere sahip olma ihtiyacı, insanın bir şeye veya bir gruba mensup olma ihtiyacını ifade eder. Kişinin en tatmin edici ve sağlıklı kökleri, diğer insanlara duyduğu kardeşlik hisleridir; fakat insan aynı zamanda bağımsız bir kişiliğe de sahip olmayı arzu eder. Bu gayesine kendi gayretleriyle ulaşamayan insan , başka kişi ya da gruplarla özdeşleşerek bu ihtiyacını tatmin etme temayülü gösterir.
Fromm’a göre toplumsal değişiklikler, yeni kökler geliştirinceye kadar insanlarda kaybolmuşluk duygusu yaratır. Bu geçiş devrelerinde insanlar, kendilerini yalnızlıktan kuratarcak her türlü reçeteye yem haline gelir.
Fromm, kişiliğin sadece ferdi değil, aynı zamanda toplumsal bir olgu olduğunu kabul etmektedir. Kişinin toplumla ilişkileri karakterin oluşumu bakımından temel belirleyicidir.

5- Caren Horney

Horney, Freud’un psikoloji ve psikanaliza katkılarını kabul etmekle birlikte; gözardı edilmiş olduğuna inandığı aile ve toplumsal çevrenin, şahsiyet üzerindeki belirleyici etkisi üzerinde durmuştur.

6- Gordon Alport

Günümüzün en önemli şahsiyet psikologlarından biridir. Ona göre şahsiyet: Kişinin çevresine ve kendisine intibaklarını gerektiren psikofizik sistemlerin bütünüdür.
Alport, motivasyonun şahsiyet psikolojisi çalışmalarının merkezi olduğunu kabul etmektedir. Motiv, kişide düşünce ve davranışa sebep olan iç durumlardır ve şahsiyet geliştikçe, değişikliğe uğrar; hatta fonksiyonel bir otonomi kazanarak, orijinalindan bağımsız hale dahi gelebilirler.

7- Abraham Maslow (İhtiyaçlar Teorisi)

Maslow’a göre insan davranışarında, şuurdışı dürtüler önemli rol oynamaktadır. Davranış, her zaman bir dürtü ile harekete geçmekle birlikte; biyolojik, kültürel ve duruma bağlı etkenlerle de belirlenir. Bu yaklaşım ile Maslow, bir yandan gelenekçi fonksiyonalizmin bir yandan da dinamik şahsiyetçiliğin sentezini benimsemiş görünmektedir.
Maslow’un ortaya attığı ikinci bir fikir, insan ihtiyaçlarının bir hiyerarşi dahilinde sıralanmış olduğudur. Alt sıradaki ihtiyaç tatmin edildikçe, bir üst kademe ihtiyacın gündeme geleceği kabul edilmektedir. Bu sıralamayı bozan istisnalar, yüksek gaye ve ideallerdir.

8- Hans J. Eysenck

Eysenck’e göre, insanlar belirli bir A noktasından B noktasına uzanan düz bir çizginin değişik noktalarında yer almaktadır. Herhangi bir vasıf, bütün insanlarda ortaktır; ancak bu vasıfların derceleri farklılık gösterir. Şahsiyet farklarını yaratan da bu derece farklarıdır.

İKİNCİ BÖLÜM

GAZALİ’DE ŞAHSİYET

I- İnsanın Sorumluluğu ve Şahsiyet Terbiyesi

Terbiye (eğitim) ilerlemeye, olgunlaşmaya yönelen sürekli bir oluştur. Bu ilerletici ve olgunlaştırıcı oluşta insanlar ağır bir sorumluluk (teklif) yüklenmişlerdir. Bu sorumluluk, hem kendisini, hem aile bireylerini, hem de yönetimi altındaki insanları kapsayacak şekilde genişletilmiştir. İnsan şahsiyetinin temelinde, işte bu sorumluluk bulunmaktadır. Ancak şahsiyet haline gelmenin özü, kişisel olgunlaşmadır. İnsan kendini eğitemiyor, olgunlaştıramıyorsa, başkalarını eğitmesi, olgunlaştırması ondan nasıl beklenecektir? Bu yüzden Gazali’nin ahlak teorisinin esasını “insanın kendi nefsini bilmesi” (ma’rifetu’n – nefs) teşkil eder.
Gazali’ye göre insan, kendi kendisini yargılayabilir, kendisini verdiği hükmün konusu yapabilir. Oysa hayvan, niyetlerini ve yaşantısını muhakeme etmeden yaşar. Bu kabiliyetiyle insan mukaddes bir varlık olmuştur.

II- Şahsiyetle İlgili Terimler

A) Nefs: İnsanın haz ve elem duygularına sahip kısmıdır. Gazali’ye göre nefsin üç derecesi vardır.
1- Nefs-i Emmare: İnsanın içgüdü ve ilkel isteklerini ihtiva eden süreçlere ve hayati enerjiye tekabül eden güçlere verilen isimdir. Bu güçler, şehvet ve gazap olarak ikiye ayrılır. Bu seviyede kalan nefs, sahibi için tahrip edicidir, emir ve irade altına alınp; aklın denetimine verilmesi lazımdır.
2- Nefs-i Levvame: Şehvet ve gazaplarının, ilkel isteklerinin değerlendirmesini yapabilen; onları aklın denetimine alma çabası içerisinde bulunan nefs halidir. Tam bir dengeye (Sükun) henüz ulaşmış değildir. Kararsız denge durumundadır; iki uç arasında salınmaktadır.
3- Nefs-i Mutmainne: Güdülerinin tam tahlilini yapan, her niyet ve saikini aklın denetimine alabilen, bu haliyle de tam bir dengeye(sükun) ulaşmış olan nefs halidir. Bu durumdaki nefs, gerçek huzur ve saadeti bulmuştur.

B) Ruh (Kalb): Gazali ruh ve kalb terimlerini zaman zamn birbirleirnin yerine kullanmaktadır. Bu, Gazali’de şahsiyetin merkez terimidir.
Ruh, insanın, idrak eden ve bilgi sahibi olan parçasıdır. Doğru yanlış ayrımının yapıldığı ve sorumluluğun merkezi olduğu kabul edilen varlık noktasıdır.
Her kalb fıtraten hakikati bilmeye ve tercihe uygundur. Bu yönüyle insanlar arasındfa fark yoktur. Çeşitli endişeler, hırslar ve ilkel arzularla bu kabiliyetin gelişmesi engellenir, böylece insanlar arasında farklı karakter özellikleri meydana gelir. Bilgi ise bir intibak vasıtasıdır. Noksanlığı, gerçeklerin doğru algılanamamasına, dolayısıyla intibaksızlıklara yol açar.

II- Gazali’de Karakter Kuvvetleri

Gazali’ye göre karakter: Fiillerin düşünmeksizin, kolaylıkla gerçekleştiği nefsin bir durumudur.
Karakter fiilden ibaret değildir; bir kabiliyetten ibaret değidir; keza marifetten (bilmekten) de ibaret değildir. Karakter dördüncü bir manadan ibarettir. O da nefsin, bir davranışın kendisinden saadır olmasına hazır olduğu durumdur.
Bir kişinin karakterinin iyi olup olmadığı, onun iyi kabul edilen bir fiili işlemesi ile belirlenmez. Onun bu fiili işlemekten dolayı huzur ve mutluluk duyup duymamış olması ile belirlenir. Zaruret veya zora dayanan davranışlar. Karakterin değerlendirilmesinde ölçü olamaz.

A) Karakter Kuvvetleri

Ahlaki karakter “ilim kuvveti”, “gazap kuvveti”, “şehvet kuvveti” ve “adalet kuvveti” arasındaki karşılıklı ahenk ve itidalden meydana gelir.

İlim Kuvveti: Sözlerde doğru ve yalanı; inançlarda gerçek ve batılı; davranışlarda güzel ile çirkini ayırdetmeye yarayan ölçüyü verir. Bu temyiz gücünün kazanılmasından meydana gelen neticeye “hikmet” denir.

Gazap Kuvveti: Zararlı şeylerin def edilmesi için ihtiyaç duyulan kuvvettir. Sadece bedenin değil, şahsiyetin korunması için de lüzumludur. Aklın ve ilmin denetimi altına alınmadığında ilkel amaç ve arzuların gerçekleştirilmesi için vasıta haline gelir. Böylece kişinin hem kendisi hem de toplumsal çevresi bakımından yıkıcı tesir icra eder. İyi hedeflerin arkasına konulmuş, kontrollü gazap kuvveti “şecaat-cesaret” adını alır.

Şehvet Kuvveti: İnsanda doğuştan gelen en şiddetli harekete yöneltici güçtür. Varlığın ve neslin devamı için verilmiş bir kuvvettir. Ancak bu gücün hayatın gayesi haline gelmesi kişinin hareketlerine tamamen hakim olması, insanda behimiyet (hayvanlık) sıfatının egemen olmasına yol açar.
Yemeğe, içmeğe, mala, karşı cinse yönelik temayül kural tanımayacak ve amacını aşacak ifrata vardırıldığında riya, haset, kibir, kin, saldırganlık gibi bozuk karakter özelliklerinin gelişmesine yol açar. Şehvetin aşırı hali “heva” olarak adlandırılır. İsteklerinin akli mi yoksa şehevi istekler mi olduğunu kişinin ayırdetmesi çok defa güçtür. Zira şehevi ve nefsani istekler makul sebep ve örtüler altında (rasyonalize edilerek) ortaya çıkarlar. Kusur bilinmedikçe de tedavi imkanı olmaz; bu yüzden “kişinin hevasını ilah edinmesi”nden bahsedilir.

Adalet Kuvveti: Adalet nefiste gazap ve şehveti, hikmete uygun olarak sevk ve idare eden; ifrat ve tefrite gidilmesini engelleyen kuvvettir.

B) Kötü Karakter Özellikleri

Kötü karakter özellikleri çoktur, ancak bunları birkaç temel başlık altında incelemek mümkündür.

1- Dil Tehlikesi: Yalancılık, lüzumsuz (malayani) konuşma, alaycılık, dedikodu yapma, koğuculuk, niza, medih… şeklinde ortaya çıkar.
Dilin bir özelliği vardır. İnsanın konuştuğu sözler karakterde kendine uygun bir şekllenmeye sebep olur.

2- Öfke: Öfke sahibini kör eder. Kişinin makul hareket edebilme kabiliyetini ortadan kaldırır. Görünen sonuçları dövme, sövme, tahkir etme şeklindedir. İçsel sonuçları ise kin, haset, kıskançlık, başkalarının zararından sevinç duyma, kendisine emanet edilen sırları ifşa etme… şeklinde ortaya çıkar.
3- Üstünlük İsteği: İnsanlar tarafından beğenilme arzusu, mükemmelleşme arzusuna dayanır. Varlığının farkına vardığı andan itibaren insan, zatını sever; zatının kemalini de sever ve bundan haz duyar. Övülme, kişiye mükemmelliğini, köüteleme ise noksanlığını anlatır. Bu yüzden övülme sevilir; zemmedilme üzüntü yaratır.
Bu duygu ilk çocukluk yıllarına dayanır. Çocuk, idrak bakımıdan zayıf ve çevresini gözleme dönük olarak yaratılmıştır. Bu dönemde insanların birbirlerine karşı samimiyetsiz (riyakar) davranışlarını görerek, bu tavrı benimser. Böylece davranışlarının yegane kriteri, diğer insanların kendisi hakkındaki kanaatleri olur.
İnsanlar mükemmel olduğuna inandıkları kişilere bağlanma temayülü gösterirler. Servet, makam, şöhret, iktidar, üstünlük göstergesi olarak kabul edildikleri için arzulanırlar. Bunlar gerçek manada şahsiyette kemal yaratan unsurlar değildir; ancak hem bunlara sahip olanlar, hem de diğer insanlar yönünden iki yönlü bir aldanışa sebep olurlar.
Üstünlük ifade eden bu yanıltıcı unsurlara aşırı yöneliş, insanları yalana hileye ve zulme sevk etmek bakımından önemli tehlikeler taşır. Amaç haline getirilmemek kaydıyla insanın, yaratılış gayesini gerçekleştirmek bakımından servete de, şöhrete de, makama da ihtiyacı vardır. Bu ölçüler içinde tehlike söz konusu değildir.

4- Ucup – Kibir – Gurur
Kibir, davranış şeklinde tezahür eden, büyüklük duygusudur. Sadece insanın içinde bulunup da davranışlara yansımayan büyüklük duygusuna ise “ucub” denir. Ucub, kibirin sebebidir. Büyüklenmenin dini ve dünyevi sebepleri vardır. Kişi bilgisinin ve ibadetlerinin çokluğu ile veya soy-sop, güzellik, servet, makam sahibi olmakla kemal sahibi olduğu zehabına kapılır ve büyüklenir.
Büyüklenme duygusu, insanları ezme, herkese üstünlüğünü kabul ettirme, herkesle rekabet etme, riyakarlığı teşvik gibi sakıncalı sonuçlar doğurur.

5- Haset
Haset, kişinin kendisinde bulunmayan nimetlerin başkasında bulunmasına katlanamaması halidir. Haset çarpışan gayelerden doğar, dolayısıyla da birbirine yakın olan kişiler arasında meydana gelir. Haset, bir tür düşmanlıktır.
Gazali, bütün kötü karakter özelliklerinin en temel sakıncalarını, insanın akli davranma kabiliyetini bertaraf etmelerinde ve insanları yaratılış gayeleri dışında kör bir savaş içine sokmalarında buluyor. Gazali’ye göre, kötü karakter özelliklerinin oluşmasının temelinde diğer insanların kanaatlerine göre davranma anlayışı yatmaktadır. Oysa, davranışları diğer insanların kanaatleri değil, prensipler tayin etmelidir.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

GAZALİ’DE ŞAHSİYET TERBİYESİ

A) Terbiye İmkanı (Potansiyel)

Gazali mutlak bir terbiye imkanını kabul etmez. Terbiyeye, yaratılışta mevcut bulunan özelliklerin geliştirilmesi olaral bakar. Ona göre terbiye, fıtri istidada, belirli hudutlar dahilinde istikamet verebilir; fakat bunu aşamaz.

1- Çocuk Terbiyesinin Esasları

Şahsiyetin yapılandırılmasında, çocukluk yıllarının önemi çok büyüktür. Bu dönemde kendisine iyilik telkin edilir, iyilik öğretilir ve iyi işler yaptırılırsa sağlam karakterli bir insan olarak yetişir. Kötü işler öğretilir veya işletilirse veya ihmal edilirse kötü bir insan haline gelir.
Utanma duygusunun başlaması, temyiz kabiliyetinin bir göstergesidir. İyiyi kötüden ayırdetme alametleri göründüğünde, çocuğun murakabesine özen göstermek gerekir.
İlk yetişme döneminde, överek veya zemmederek çocuğun iyiliklere teşviki veya kötülüklerden sakındırılması mümkün olmadığından, sözlü tedbirler yerine, kötü örneklerden koruma suretiyle terbiyeye önem vermek lazımdır. Çocuğun iyi hareketleri mükafatlandırılmalı, arızi olarak ortaya çıkan ve özellikle çocuğun gizlemek istediği yanlışlıkları tamamen görmezlikten gelinmelidir. Çocuklar sık sık tenkit edilmemeli; çokça azarlamaktan kaçınmalıdır.
Çocuğun beden eğitimine özen gösterilmelidir. Bedenen işletilmeyen çocukta durgunluk ve tembellik hasıl olur.
Çocuğun oyun oynamasına izin verilmelidir. Sürekli disiplin altında tutulan çocuğun zekası iptal olur.

2- Ahlakın Değişmesinde İnsanların Farklı Durumları

İnsanlar terbiyeyi kabul hususunda dörde ayrılırlar.

a) Hak ve batılı, güzel ile çirkini ayıramayacak derecede cahil olan ve herhangi bir inanca bağlı bulunmayan insanlar: Böyle kimseler, uygun bir eğiticinin bulunması halinde en kısa zamanda terbiyeyi kabul ederler.
b) Çirkini çirkin kabul eden ancak çirkin işleri yapmaktan geri durmayan; iyiliği yapmaya alışmamış insanlar: Eğitilmeleri birincilerden daha zordur. Önce kötü alışkanlıklarından arındırılmaları; sonra da iyi davranışlara alıştırılmaları gerekecektir.
c) Kötülükleri iyi ve güzel kabul edip; şahsiyetleri ona göre şekillenmiş kimseler: Çok ender olarak tedavi kabul ederler, bunların eğitilmeleri hemen hemen imkansızdır.
d) Yanlış bir inançla yetişmiş ve bu inançlarına uygun davranışta fazilet gören kimseler: Bunlar eğitim bakımndan en zor sınıfı teşkil ederler.

3- Kalbin Kusurlarını Bilmesi

Bedenin her uzvu kendine mahsus bir iş için yaratılmıştır. Amacı dışında çalışan uzuv hasta olur. Yaratlış amacını gerçekleştirme yeteneği kısıtlanmış veya ortadan kaldırılmış uzvun tedavisi de ancak kusurun tanınması ve kabul edilmesi ile mümkün olur. Genellikle insanların çoğu,sahip oldukları kusurları bilmezler. Bu beş sebep yüzünden olur:

a) Zatında Noksanlık (Özürlülük hali veya çocukluk gibi)
b) Kalbin Yanlışlarda Israr Yüzünden Kirlenmesi
c) Dikkatin Yönünün Farklı Amaçlara Odaklanması
d) Alışkanlıklar, Önyargılar ve Taassup
e) Cehalet

C) Kalbi Temizlemenin Yolları

1- Nefs Tezkiyesi

Kalb hastalıkları tedavi edilmeden sağlam bir karakterin oluşturulması mümkün değildir. Kötü özelliklerden temizlenmek için, herşeyden önce kişinin kendisinde bu hususiyetlerden ne ölçüde var olduğunu objektif olarak bilmesi lazımdır.

2- Riyazat ve İbadet

Riyazet: Kişinin huy haline gelinceye kadar, iyi işler yapmakta kendini zorlaması demektir. Riyazette önce kötü karakter özelliklerinden kurtulmak için mücadele; sonra iyi özelliklerin kazanılması için bir kararlılık vardır. Azalarla yapılan ibadetler kalbi temizlemek bakımından önemlidir. İlimle de gerekli olanların kazanılması faaliyetine girişilmelidir.
Ruh ile beden arasında sıkı bir bağlantı vardır. Ruhta meydana gelen bir değişiklik, eserini organların işleyişinde gösterir. Organların işleyişi de ruhi durumu etkiler.

3- İtiyat (Meleke)

Kastedilen, gayriiradi alışkanlıklardan farklı olarak, iyi ahlak özelliklerinin ısrarla tekrarlanması sonucu sağlamlaştırılması, karakter haline getirilmesidir. Başlangıçta zorlanarak yapılan davranışlar, beden-ruh etkileşimi sonucu, bunların ruhta asli sıfatlar haline gelmesini sağlar.

4- Sabır

Riyazet ve itiyatta gerekli kararı vermek için ilim; verilen kararı uygulayabilmek için de irade ve sabır gereklidir. İlim iradeyi meydana getirir, iradenin varlığı da uygulama gücünü doğurur. Bu bakımdan sabır, hakikatte marifetten (bilmekten) ibarettir.
İnsan, hayvan ve melek sıfatlarından mürekkeptir. Hayvanda sabır yoktur, marifet de yoktur. Onun, sonuçların en uygununu tercih gibi bir kabiliyeti mevcut değidir. Hayvan sadece şimdiki haldeki ihtiyaçlarının gereğine göre davranır. Melekte şehevi arzular yoktur; dolyısıla onlar için de sabırdan bahsedilemez. O halde sabır ancak insana mahsus bir özelliktir.

5- İhlas (Samimiyet)

İhlasın aslı niyettir. Zira samimi olmak, niyete ilişkin bir meseledir. Niyet, sevk edici iradedir, yapmak için kesin bir eğilimden ibarettir. İhlasın kemali (sıdk) inançta, niyette, sözde, iradeye bağlılıkta ve davranışta ihlas ile mümkündür. Niyetle bunun görünüşü arasında kasdi uyumsuzluk samimiyetsizlik (riya) olarak kabul edilir.

II Şahsiyetin Ölçüsü

Şahsiyet özellikllerinin iyi veya kötü şeklinde tanımlanması ancak bu özelliklerin, ahlaki bir kritere göre değerlendirilmesi ile mümkün olur. Gazali’de şahsiyetin ölçüsü de dince iyi ve güzel kabul edilen özelliklerdir. Buna göre:
Şahsiyetli bir insan; boş sözlerden uzaktır, iffetini muhafaza eder, emanetlerini ve sözlerini yerine getirir, iyiliği teşvik eder, kötülüğü engellemeye çalışır, ihtiyaç içinde olanlara yardım eder, insanlara karşı güleryüzle, yumuşaklıkla ve insafla muamele eder; yanlışta ısrar etmez, yalan söylemez, faydasız işlerle uğraşmaz, ikazlara karşı anlayışlı davranır. İnsanlarla iyi geçinir, birleştiricidir, haklara riayet eder, sıkıntılara karşı sabırlı ve tahammüllüdür, şikayetlenmekten sakınır, insanların kusurlarını araştırmaz, insanların sevinç ve üzüntülerini paylaşır.
Bozuk şahsiyetli insan ise yalan söyler, dedikodu yapar, sözünde durmaz, hilekardır, cimridir, koğuculuk yapar, kibirli davranır, övünmeyi sever, çevresine yük olur, gevezelik eder, müstehcen konuşmayı ve davranmayı adet edinmiştir, kin tutar, haset eder, insanları birbirine düşürecek fırsatları arar, saldırgandır, sert ve öfkeli tavırlıdır, geçimsizdir, sözleri ve tavırları abartılıdır.

SONUÇ

İnsanın sıradan varlık olmaktan, şahıs olmaya yükselişi, kendi benliğinin farkına varmasına; iç güdülerinden, diğer insanların beklentilerinden, önyargıların, alışkanlıkların ve taassupların esaretinden kurtulup prensiplere yükselmesine bağlıdır.

Kaynak
Yazar : Dr. Hasan Mahmud Çamdibi Tarih : 2004-03-02 11:06 Gönderen : Kigel

En başa dön